Mehmet Ziya GümüşÂLİMLERİMİZ ZAMANLARINI NASIL DEĞERLENDİRİYORLARDI?

8 Temmuz 2022
https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2022/07/alim-zamanlarini.jpg

Yeni neslin zaman zaman birbirlerine sorduğu sorulardan bir tanesi de eskiden insanların zamanlarını nasıl geçirdiği sorusudur. Hani haksız da sayılmazlar. Televizyonun, cep telefonunun olmadığı bir ortamda zaman nasıl geçebilirdi ki?

Bizim gibi tevellüdü yetenler o günleri de gördü. Televizyon ve cep telefonları hükmünde olan masallar anlatan insanlar vardı. Bunlara çîrokbêj derlerdi. Millet bir evde toplanır çîrokbêj gelir masalını hikâyesini anlatmaya başlardı. En heyecanlı yerde keser devamını başka bir haftaya bırakırdı. Tabi yapımcı olarak da birkaç kuruş alırdı. Aynen bugünkü kelevajî diziler gibiydi bu masallar. Broka, Kejê û hirç, Hûtê heft serî ve daha neler.

Masalların anlatıldığı, lakırdıların yapıldığı bu gecelere “şevbihêrk” derlerdi. Bu kelimeyi Türkçeye “Geceyi geçirmek” diye çevirmek mümkün. Kaba bir tercüme ile “Zaman öldürmek” de denilebilir.

Öyle zannediyorum ki asırlarca aşağıya doğru bir zaman tüneline girebilme imkânımız olsaydı gecelerini zamanlarını masallarla geçiren, zamanlarını gecelerini zayi eden, zamanlarını öldüren insanlarla çok karşılaşırdık.

Peki, indiğimiz bu zaman tünelinde âlimlerimiz neler yapıyordu? Onlar zamanlarını nasıl geçiriyorlardı? Bu soruların cevaplarını arayalım. Peygamberin varisi olan âlimler kendilerine veraset yoluyla gelen  “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmıştır; Sağlık ve boş vakit.” Hadisi şerifin künhüne vakıftılar. Bizim gibi sadece ezberlememişlerdi. Bu nedenle biz avama fark attılar.

Âlimlerimiz şevbihêrklerle zamanlarını boşa geçirenlerin unutulacağını, onlar zamanlarını öldürdüklerini sanarlarken aslında zamanın onları öldürdüğünü, zamanla etkisiz eleman olacaklarını, nesyen mensiyyen olacaklarını iyi biliyorlardı. Zamanlarını değerlendirerek yazdıkları kitaplarıyla tarihte iz bıraktılar. Gönüllerde ve yine yazdıkları kitaplarda yaşayarak günümüze kadar geldiler. O dönemin karanlıklarını aydınlattıkları gibi bu dönemin de karanlıklarını aydınlatmaya devam ediyorlar. Zamanlarını değerlendirdikleri için zaman da onları değerlendirdi; O günde varlardı, bugün de varlar, yarın da var olacaklardır. Kitaplarını okuduğumuzda kendimizi onlarla sohbet eder atmosferde buluyoruz. Çünkü onlar eserlerinde hep diri kaldılar.

İlim öğrenmek ve öğretmekle zamanlarını değerlendirirlerdi… Biz dünya malına, parasına puluna karşı ne kadar hırslı isek onlar ilim öğrenmeye ve de öğretmeye o kadar hırslıydılar. Bizler bir kuruşa bir liraya ne kadar değer veriyor, hesabını yapıyorsak onlar bir dakikaya bir saniyeye öyle değer veriyor, hesabını yapıyorlardı.

Hepimiz ileriye dönük hesaplar, planlar, yaparız. Ama çoğu kez bunlar kâğıt üzerinde kalır. Âlimlerimizin hayatlarına baktığımızda hayatlarının her anını hesapladıklarını, planlarını projelerini hayata geçirdiklerini görüyoruz. Planları projeleri ciltlerce kitap olup kütüphanelerimizde yerlerini aldılar.

Yaşlılarımız âlimlere olan hayranlıklarını dile getirdiklerinde; “Merke âlim başqe ye. Âlim kişi bambaşkadır” derlerdi.

Hanefî mezhebinin önde gelen âlimlerinden Ebû Yusuf; 29 yıl boyunca aralıksız devam ettiği hocasının bir dersini kaçıracağı endişesiyle babasının ve oğlunun cenazelerine dahi katılmadığı söylenir. Ev ne tu bû (Bu kadar da olmaz) diyebilirsiniz ama ilme olan hırs onların dengesini bozmuştu, diyelim. Yine ölüm döşeğindeyken kendisini ziyaret edenler onun ilmî bir meseleyi müzakere ettiğini görürler ve şaşkınlıklarını izhar ederler. O şöyle der; Bir meseleyi inceliyordum belki bilmeyen bir kimse öğrenip kurtulur.”

Şu çok ilginçtir; Ebu Yusuf’un öğrencilerinden Kadı İbrahim Bin El-Cerrah şöyle anlatır; “Ölüm döşeğindeyken onu ziyarete gittim.  Hac ile ilgili bir soru sordum. Bana cevap verdikten sonra vefat etti.”

“Son nefesine kadar” tabiri var ya aynen mücessem hali…

Meşhur müfessir, muhaddis ve tarihçi Taberi, 40 yıl boyunca her gün 80 sayfa yazdığı söylenir. Doğrusu biz günde değil yazmak 5 sayfayı okumaya üşeniyoruz. Taberi’nin ilim tahsil etmek ve ders vermek dışında bir dakikasını bile zayi etmediği gelen rivayetler arasında. Böylesi muazzam bir gayret olmasaydı böylesi muazzam eserlerin ortaya çıkması mümkün olmazdı?

Astronomi, matematik, tıp, tarih, edebiyat alanında 120 eser bırakan Biruni’nin, yılda sadece Newroz ve bayram günleri tatil yaptığı bu günler dışında sürekli ilimle meşgul olduğu söylenir.

İmam Hanbeli bir saniyesini bile zayi etmediği yatacağı zaman dahi yarın neler yapacağının hesabını yaptığı söylenir.  Şu 75 yaşımda ilme olan hırsımı 20 yaşımdaki hırsımdan daha çok buluyorum” dediği rivayet edilir.

İbnu’l-Cevzi, hayatı boyunca irili ufaklı 500 kitap yazdığını söylesek yeterli sanırım. Bize acır ve bizim için şunları söyler; İnsanların çoğunun zamanlarını boş işlerde israf ettiklerini gördüm. Uzun gecelerde boş boş konuşurlar veya içinde şehevani ve lüzumsuz mevzular bulunan kitapları okurlar. Uzun günlerde ise uyurlar. Gün boyu ya Dicle’nin kenarındadırlar veya çarşılarda. Ben bunları gemi onları alıp götürürken aralarında çene çalmaya devam eden, fakat durumdan haberdar olmayan kimselere benzetiyorum.

Aslında bugün bizim o âlimlere değer vermemizin temelinde onların zamanlarına değer vermeleri yatıyor. Şu bir hakikattir ki zaman, kendisine değer verenleri zamanla değerlendirir, kıymete bindirir. Şu gözden kaçmasın âlimlerimiz böyle olduğu için insanlık tarihine damga vurmuşuz. Geçmişte iz bırakan hangi âlimin hayatını incelersek bu tür manzaralarla karşılaşırız. Yıllar önce bir yerde okumuştum. Eski âlimlerin çoğu fazla oturdukları için basur hastasıymış.

Bir arkadaş anlatıyordu. Bir taziyedeydik bir seyda konuşuyordu ama nasıl konuşma yanı başımda bir adam vardı. seydayı hayranlıkla dinliyordu bana dönüp: “Mero li ba merkê âlim dibe weke keran!(İnsan âlim bir insanın yanında eşek gibi oluyor!)”

Yedinci asırda yaşamış İslam külliyatına birçok eser veren İslam âlimlerden İbn Sellâm’ın bir ilim meclisinde hocasından bir şeyler yazarken kaleminin kırıldığı rivayet edilir. Kendisine acil koduyla bir kalem lazım olur. “Bana bir kalem getirene bir altın vereceğim” diye bir duyuru yapar. Bu durum onların ilme altından daha fazla değer verdiklerini belirtme açısından ve zamana verdikleri değeri izah bakımından güzel bir örnektir.

İslam âlimlerinin zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini incelediğimizde yürürken, gidip gelirken, ufak bir zaman boşluğu bulduklarında hemen kitaplarını çıkarıp okuyanlara, bir misafirliğe giderken kitaplarını beraberlerinde götürüp mütalaa yapanlara, yemek yerken vakitten tasarruf amacıyla kolay ve hızlı çiğnemek için ıslak ekmek yiyenlere de rastlayabiliyoruz. Hatta sekizinci yüzyılda yaşamış Küfe dil mektebinin ileri gelenlerinden meşhur âlim Sa’leb’in yürürken kitap okuduğunda hızlıca koşan bir atın gelip kendisine çarptığı ve bu trafik kazası sonucu da vefat ettiği söylenir. Allah kendisine rahmet etsin.

“Hayat boyu öğrenme projesi” diye bir projeyi ve gördüğü ilgiyi duymuşsunuzdur. Bunun “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” hadisi şerifin bir tercümesi olduğunu bilmem söylemeye gerek var mıdır? Asırlar öncesinden bu projeye destek veren âlimlerden birisi de tarihçi ve müfessir Taberi’dir; ölüm döşeğindeyken ziyaretine gelenlerden bir vatandaşın bir dua mırıldadığını duyar. Taberi bu duayı yazmak için hemen kalem kâğıt ister, duayı yazar ve bir ihtimal bizi harekete geçirecek şu sözü söyler; “Ölünceye kadar ilim tahsilinden geri kalmamak gerekir.” Bu sözü söyledikten çok kısa bir süre sonra vefat eder.

Âlimlerimiz bu projeyi peygamberin varisleri olarak hep uygulayageldiler. Ve şu şiirin çerçevesinde yaşadılar.

اللّيالي سهر العُلا طلب و من المعالي تُكْتسب الكدّ بقدر

اللّآلي طلب من  البحر يغوص  عنه تنام ثمّ العزّ تروم

Dünya veya ahirette yüksek mertebelere ulaşmak isteyenlerin bunun için yorulmaları gerekir. Geceleri uyumamalı, gündüzleri çalışmalı ki isteklerine ulaşabilsin.

Yüksek mertebelere ulaşmak isteyip de uykuya dalanların uğraşları boştur. Uyku ile kimsenin amacına ulaşması mümkün değildir. İnci mercanların peşinde koşanların denizlerin derinliklerine dalması gerekir. Doğal olarak bu çok zor bir durumdur.

Şiirin manasından çok tefsirini yaptık. Bu sefer de böyle olsun. Bu meyanda Kürdçemizde de güzel bir söz vardır. Ku tu ne nekî ked tu naxwî qat. (Çalışmazsan isteklerine asla ulaşamazsın)

Zenginin malı züğürdün çenesini, âlimin ilmi cahilin kalemini yorar. Yoruyor nitekim…