Dr. Abdulkadir TuranEğlendirerek köleleştirdiler!

19 Temmuz 2022
https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2022/07/eglendirerek-somurduler.jpg

İnsan, kadim zamanda, vahyin ulaşmadığı noktalarda ya da vahye inanmayanlarca vahşi bir varlık olarak kabul edilir ve insanın ancak şiddetle te’dip edilebileceğine inanılırdı. Hatta yakın bir zamana kadar isyanları bastırma operasyonları için “te’dip harekâtı” ifadesi kullanılırdı. Şiddetle hizaya getirilemeyen insanlar ise efsanelere inandırılır, ürkütülür ve itaat altına alınırdı.

O günün dünyasında eğlence, havas içindi; avama açık değildi. Avam, boş vaktini basit oyunlar ve anlatılarla geçirip avunurdu.

İslam tarihinin ilk zalimleri de eğlenceyi kamuya açmamışlardır. Onlar, toplumu kontrol altında tutmak için rüşvet ve zorbalık yollarına başvururlardı. Önce rüşvet teklif ederler, rüşvetin kabul edilmemesi durumunda zorbalığı seçerlerdi.

Yine o dönemde kimi Müslüman şahsiyetleri, helalde israfa sevk ederek etkisizleştirme yoluna başvurulmuştur. Zulme sesini çıkaran biri,  sık evlenip boşanmaya yönlendirilerek helal üzeri de olsa ev hâlleri ve çocukları ile meşgul ettirilir, böylece onun yönetimin işlerine çokça karışmasının önüne geçilirdi. Bu tür örnekler nadir de olsa yaşanmıştır.

Fakat İslam toplumlarında hiçbir zaman eğlence, bugün olduğu gibi kitleleri itaat altına almak için bir araç olarak kullanılmamıştır. Tarih kitaplarında daha çok şehzade ve sultan hanımların düğünleri ile ilgili anlatılar da eğlenceden öte, büyük bir ziyafet ve şenliklerden ibarettir. O ziyafetlerde yemek bolluğu söz konusu ise de şehevi arzuları azdıracak çok az eğlence söz konusudur veya öyle bir eğlence hiç yoktur.

Zira İslam, Müslümanları bundan alıkoymuştur. İslam’da topluma yönelik, şehevi arzuları azdırıcı eğlenceler bir yana, birey için boş konuşmak, ibret almadan gezmek, vaktini anlamsız işlerle geçirmek dahi kerih görülmüştür ve bu hüküm, avam veya havas farkı olmaksızın herkes için geçerlidir.

İslam toplumlarında eğlencenin insanı uyuşturmada kullanılması, hanedanların çürümesi ve vezirlerin hanedan ailelerine galip gelmeleri dönemlerinde görülmeye başlanmıştır. O dönemlerde hanedanın varisi, genellikle çocuk veya gençtir. Devleti yöneten vezirler, o genç varisin, işlerine karışmasından hoşnut değillerdir. Bu durumda onu eğlenceye alıştırarak devlet işlerinden uzak tutarlardı. Bu hususta kayda değer tarihsel veriler vardır.

Yahudilerden Öğrenilen Bir Yöntem

O günler incelendiğinde Müslüman yönetimlerin saray ve köşklerinde çok sayıda Yahudi hekimi çalıştırıldığı görülür. Eğlenceyi bu şekilde kullanan vezirlerin bir kısmı Müslüman olsa da Yahudi kökenlidir, diğer kısmı ise Hıristiyan köle iken İslam’ı seçip vezirlik makamına kadar çıkmış ve Müslümanların dünyasına cahiliye döneminin araçlarını taşımışlardır.

Katolik Avrupa’da da eğlence, kitleleri uyuşturmak için kullanılmazdı. Katolik çağdan önce Avrupa’da Roma Dönemi’nde bunun kısmen var olduğu ise malumdur.

Avrupa’da eğlencenin toplumu uyuşturma, itaat altına alıp bir tür köleleştirme amacıyla kullanılması, ancak “modern demokratik” dönemde söz konusu oldu.

Fransız İhtilalı ile demokratik döneme geçenler, “Hâkimiyet milletindir!” iddiasındaydılar. Söze bakılırsa her bireyin kendisini kral hissedeceği bir döneme geçilecekti. Aynı dönemde akılcılık da bayraklaştırılmıştır. Vaatlerine göre, her bireyin aklı, geçmişin bir kraliyet divanı mensubu aklı gibi yönetime yansıyacak, böylece kraliyet sonlanırken ortaya “halk yönetimi” çıkacaktı.

Halk yönetimi, Batı Avrupa’da önemsenmiş, sosyalist Doğu Avrupa’da ise resmen kutsanmıştır. Oysa kıtanın her iki yanında da yeni dönemin azınlık yöneticileri Yahudilerdi. Yahudiler, sekülerlik/laiklik teziyle, Katolik ve Ortodoks yapıyı bertaraf ettiler, bütün cemaatleri diskalifiye ettiler. Buna karşı, cemaatleri, kendisini olduğu gibi koruma avantajını sürdürdü.

Yeni dönemde yönetim, sözde herkese açıktır. Hâlbuki bireycilik, toplum tabanına öylesine yayıldı ki kimse, yol alamayacak kadar güçsüz duruma düştü. Böyle bir zeminde tek örgütlü yapı olarak kalan Yahudi cemaati devlete hızla el koydu. Hem Batı hem Doğu Avrupa’da devlet yüz elli yıl gibi kısa bir süre içinde Yahudilerin eline geçti.

Vezirler Dönemi İslam toplumunda, resmiyette hanedandan biri iş başında görünürdü. Oysa hakikatte yönetim vezirlerdedir. O döneme çok benzer bir şekilde, demokratik dönemde de Batı’da görünürde yönetim hakkı tüm halkındır ve halk, yönetimin fiili ortağıdır. Hakikatte ise örgütsel yapısını koruyan Yahudi azınlık ve onların müttefikleri işbaşındadır. Aklın uyandırıldığı bir dünyada bunun kabulü mümkün değildi.

Resmiyette “kral”, halkın manevi şahsiyetiydi. Oysa artık “bürokrasi” adını alacak yeni tür “vezir” özellikle ekonomiyi ellerinde bulunduran Yahudilerdi. Bu vezirler, kadim kralları devirmiş ve etkisizleştirmişlerdi. Halktan ibaret olan yeni “kral”ın, yönetime fazla da karışmaması hatta yönetimi tamamen kendilerine bırakması için bir yol bulmalıydılar.

Bunun bilinen birkaç yolu vardı: Zorbalık, rüşvet, kutsallık. Ne var ki yeni rejim zaten zorbalığa karşı var olma iddiasındaydı. Dolayısıyla zorbalığa başvurduğunda meşruiyetini kaybediyor ve aynı zamanda huzursuzluğa maruz kalıyordu. Rüşvete gelince, hem devletin imkânları bütün halka dağıtılmak için yetersiz kalıyordu hem Yahudiler o ölçüde cömert ve eşitlikçi değillerdi. Kutsallık ise tamamen çökertilmişti. Bu durumda yeni gizli azınlıkçı yönetimin elinde tek araç olarak eğlence kaldı.

Yahudi nüfusun yoğunlaştığı Avrupa ve Amerika kentlerinde meselenin bu şekilde yol aldığı kolayca görülebilir. Döneme eleştiri getiren nadir kişilerden Hitler için de Alman gençliğine yönelik en büyük tuzak şehevi arzuların harekete geçilmesi ve onunla ilişkili eğlence dünyasıdır.

Lâkin burada eğlence sektörü de sistem içinde “başıboş” bırakılmadı! Kendisini “tanrı” yerine koyan yeni devlette insanın şehevi arzularının azdırılırken dahi sistem lehine kontrol altında tutulmasına özen gösterildi.

Eğlence bu tutum üzerinden belki tarihte ilk kez bütün kamuya açıldı ve saraylardan, köşklerden çıkıp en sıradan kişinin ulaşabileceği bir tüketime dönüştü. Ama eğlence, aynı zamanda devasa bir ekonomik sahaya büründü.

Bu çerçevede Yahudiler ve müttefikleri, eğlenceyi denetim altında tutarken aynı zamanda onun ekonomik getirisini de kazanç hanelerine kattılar, onun üzerinden ekonomik güçlerine güç eklediler.

Artık sıradan insan, durmadan çalışacak ama çalıştığının bir kısmını asli ihtiyaçları için değil, eğlence için kullanmaya başlayacaktır.

İnsan, gün boyu, bütün aile efradıyla köle gibi çalışacak ancak akşam olduğunda evinin yolunu tutmayacak, kazandığı parayı eğlence mekânlarında tüketecektir. Böylece gündüz kazandığını gece ekonomi çevrelerine iade edecektir. Buna gücü yetmediğinde içkiyi evine taşıyıp hanesini küçük bir meyhaneye dönüştürerek o sektöre katkı sağlayacak veya hafta sonu ve yıllık izinlerini eğlence mekânlarında geçirecektir.

Eğlence, bu süreçte toplumsal hayatın öylesine merkezine oturacak ki sıradan insan, ona katılmadığında kınanacak, ona katılamadığında ise bizzat kendisi kendini kınayacaktır. Vaka, bu noktaya geldiğinde, “demokratik yönetim”de halk olarak kral olma hevesine kapılmış toplum için kör döngü de başlamıştır.

Eğlence halka açıldıkça halk, sadece cebindekini ekonomiyi ellerinde bulunduranlara kaptırmayacak, onların hilesini görecek aklını da yitirecek, nihayetinde ise aklını onlar hesabına işletmeye başlayacak, onların gönüllü bir yaşam tarzı kölesine dönüşecektir.

Bu hikâye, toplumları kendilerine itaat ettirmek için put üreten veya dışarıdan put getiren cahiliye dönemi idarecilerinin oluşturdukları serüvenden pek de farklı değildir. Zira zamanla, putlar üzerinden itaate alıştırılanlar putları üreten veya getirenlerden daha putperest olacak, putları için canlarını feda edecek kadar putperizm bağımlılığına sürükleneceklerdir.

Toplum, eğlenceye alıştıkça hevasına kul olur, zevkperizme yönelerek arzularını hayatının merkezine yerleştirir ve eğlenceyi yaşam tarzının asli unsuru, bir tür mukaddesi olarak görmeye başlar.

Bu aşamada, toplum, eğlenceye yönelik en sıradan kısıtlamayı, yaşam tarzına doğrudan müdahale olarak değerlendirir.

Toplum, geçmişte putlara dokunanlara gösterilen tepki gibi bir tepkiyle karşı çıkar, onlarla mücadele etme yoluna girer. Hatta onlarla mücadele etmeyi, yaşam tarzı için mücadelenin, dolayısıyla mukaddesatının bir gereği gibi görür, o yönde davranmayanı, kendisine saygı duymamakla itham eder.

Böyle bir ortamda sıradan bir işveren, etek boyunu gündeme getiremez; bir baba, kızının dinlediği müziğe karışamaz, bir hükümet meyhanelerin açık kaldığı saatleri azaltamaz. Bunu yapmaya kalkışan aşağılanır, ötekileştirilir ve devrilmeye çalışılır.

Bu aşama artık, “siyasal günahkârlık” aşamasıdır. İnsanın akıl, can, nesil ve mal emniyetine zarar verecek boyuta ulaşan eğlenceyi odağa alan yeni bir siyasaldır bu. İnsanın zararına olanı, bir tür mukaddes gibi sahiplenmiştir, siyasi tercihlerini de o yönde yapmaktadır. Siyasetçisini seçerken onun kişiliğine, hizmetine değil, hevasına ne kadar hizmet edeceğine bakmaktadır.

Toplum, bu aşamada, siyasetle ilgili bütün söylemlerini yaşam tarzı merkezli değerlendirmekte ve yaşam tarzının odağına ise meyhane kültürü ve şehevi arzuları yerleştirmektedir.

Bugün Batılılaşma projesinin uygulandığı İslam toplumlarının bir kısmı bu noktaya sürüklenmiş durumdadır.

İstanbul’un pek çok semtinde dört kişilik bir ailenin dört bireyi de haftada 50 saati bulan yorucu bir iş yaşamında bulunduğu hâlde ancak geçinebilmektedir. Onları dinlediğinizde ekonomik harcamalarının ilk üç kalemi içinde içkiyi ve eğlenceyi saydıklarını görürsünüz.

Kaldı ki bu eğlence sektörünün görünen yanıdır, onun pek çok gizli kalemi vardır ki o kalemlerin başında, özellikle kadınların hanelerini aşarak kamuya açık bir eğlence türü olarak fiziklerine sürekli harcama yapması gelir. Kişinin fiziği için harcama yapması, sınırlar içinde kaldığında elbette kınanacak değildir. Ama toplum içine karışmak için sürekli bir şekilde fiziğiyle oynamak, hakikat düşünüldüğünde hiç de anlamlı değildir.

Sınırlar aşıldığında sıradan insan, geçmişin saray insanı gibi kuaför ve süse harcama yapmak zorunda kalır. Dolayısıyla yoksul insanın gelirinin önemli bir kısmı bu yöndeki harcamalara gider ve siz, bunu eleştirme cüretinde bulunamazsınız. Zira bu, söz konusu kişilerin kutsalı hâline gelmiştir. Zaten “kutsal” kadar ona anlam vermezse öyle bir harcama yapması da düşünülemez.

Bu noktaya sürüklenen insan, görünüşte, kendisinin hizmetkârı, nihayetinde nefsinin kölesidir; nefsine hizmet etmekte ve nefsini eğlendirmek için çalışıp durmaktadır. Hakikatte ise bu durumdaki insan; aynen putlara tapanların gerçekte putlara değil, putları üretenlere itaat etmeleri gibi, nefsine değil, eğlence sektörünü üretip kontrollerinde tutanlara hizmet etmekte, onlara kölelik yapmaktadır. Onlar için çalışmakta, onlar için tüketmektedir. Öyle bir kölelik “mankurt” misali beyni de kaybettirdiğinden köleliğe düşen, köleleştiğinin hem farkında değildir hem farkında olmak istememektedir. Onu farkına vardırmaya çalışana da düşman kesilmektedir.

İnsanın düştüğü bu nokta, insanı insan yapan iradenin düştüğü en esef verici durumdur ve bozulmanın en düşük noktasıdır.