Dr. Abdulkadir Turanİnsna Yakışır Bir MÜFREDAT!

15 Eylül 2022
https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2022/09/mufredat.jpg

Eğitim programları, toplum ve ülkelerin zihinlerinin kimlik kartları gibidir. Bir toplum ve ülkeyi tanımak için, bakılacak ilk belgelerdir. “Bu, nasıl bir toplum, nasıl bir ülke?” sorusuna en iyi cevabı oralarda bulursunuz.

Ama eğitim programları, sadece bugüne ışık tutmaz, toplum ve ülkelerin yarınlarının fotoğrafını çeker, toplum ve ülkelerin, yarın nasıl olacaklarını haber verir.

Bunun için eğitim programları, bilinçli toplum ve ülkelerin üzerinde en çok durdukları programların başında gelir.

Eğitim müfredatları, eğitim programlarının en tafsilatlı belgeleridir. Eğitimin hedeflerine giden yolu adım adım tarif eden evraklardır. Başka bir ifade ile eğer eğitim bir bina ise müfredat, o binanın yapılışı ile ilgili en ayrıntılı plandır.

Müfredat; talimi yapan muallime, hocaya, öğreticiye, öğretmene hem yol gösterir hem onu sınırlandırır.

Muallim ve hocanın elindeki ders kitapları, o müfredat doğrultusunda hazırlanır. Her ders kitabının başlıkları tafsilatıyla müfredatta görünür. Ders kitabını hazırlayan o başlıkları bir bir takip ederek muallim ve talebe için ders kitabını yazar. Muallim, müfredatın karşılığını ders kitabında görür, dersi oradan okutur; talebe, ders kitabını takip ederek kendisine aktarılması gereken bilgilere ulaşır.

Ne var ki müfredat, ders kitaplarının başlık toplamından ibaret değildir. Müfredat, bütün eğitim faaliyetlerinin yol bilgisidir; eğitimin fiziği de ruhu da orada görünür, orada görünmelidir.

Çağımız, Son Nebi Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem çağıdır. O, çağın nebisidir. Onun çağı “Oku!” emriyle başlamıştır, dolayısıyla ilim çağıdır.

Onun çağında saadet ve yükselişin yolu, ilimde hep gafletten uzak olmaktır. Onun çağında, ilimde Ona gelen vahyin ışığında yol alanlar, muktedir olur; ondan uzaklaşanlar, mağlup ve esirdir. Onun bin beş yüz yıla yaklaşan çağının her safhası incelendiğinde bu hakikatle yüz yüze kalınır.

Müfredat; talebeyi de ilim talep edip ilim yolunda ilerleyen insan olarak yetiştirmek için var olmalıdır.

Çağın Nebisi Hz. Muhammed Mustafa’ya inen vahiy, ilmin özüdür; insanı hem Ondan önceki ilimle buluşturur hem kıyamete kadar ilimde diri tutacak yola sevk eder.

Hakiki ilimle buluşmak, vahiyle buluşmaktır. Vahiyle buluşan kendini tanır, Rabbini tanır, hayat yolculuğu rehberi peygamberini tanır; içinde bulunduğu kâinatı, üzerinde bulunduğu dünyayı tanır; tarihe nasıl yaklaşacağını öğrenir, toplumu bilir, tarih ve toplumdan istifade etmesini sağlayan selim akla ulaşır.

En iyi müfredat, insanı vahiyle en doğru şekilde buluşturan müfredattır. Müfredat, her şeyden önce bu hakikat üzere hazırlanmalıdır.

Muallim, insana vahyin önderliğinde kendisini tanıtmalı, Rabbini tanıtmalı, Rabbinin kendisinden dileklerini öğrenmeli, o dileklerin nasıl icra edileceğine dair yol rehberi olan Son Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in Sünnetini ona kavratmalıdır.

Hakka götüren müfredat, doğru bir müfredattır. Hakka gitmenin yolu, Son Nebi’ye tabi olmaktır. Ona tabi olmayı öğrenmek, bir yanıyla da Ona tabi olanları tanımaktır.

Müfredat, Son Nebi’yi ve Ona hakkıyla tabi olanları talebeye tanıtmalı, talebe ile onlar arasında sağlıklı bir iletişim, bir istifade yolu inşa etmelidir.

Peygamber, dünya ehline gönderilmiş bir kılavuzdur. Talebe, dünyasını Ondan öğrene­cektir. Müfredat, bu öğrenmeyi sağlayacak te­ferruatlı planlamadır.

Vahy (Kur’an ve Sünnet), haşa bir arşiv bilgisi değildir; zaman çizelgesinde kalan bir bilgiler toplamı ve o bilgilerin tatbikat biçimi değildir.

Kur’an ve Sünnet, göğümüzde duran ay ve güneş gibidir; bütün çağların tepesindedir. İn­sana ışık verir ve ona yol gösterir.

Müfredat, Kur’an ve Sünneti, haşa bir ar­şiv bilgisi gibi öğretmemeli; onların bütün çağlar için aynı tazelikte olduklarını ve bütün çağların insanları için daima başvurulacak ilk kaynaklar olduklarını talebeye kavratmalıdır. Talebe, müfredata harfiyen tabi olmuş bir eği­tim programından geçtiğinde kendisini daima Kur’an ve Sünnet’le baş başa bulmalı; zihnini işgal eden her hususta çözümün en yüce kay­nağının Kur’an ve Sünnet olduğunun şuuruna ermelidir.

Talebe, çağını Kur’an ve Sünnet ile değer­lendirecek ve Kur’an ve Sünnete göre düzen­leyecek insandır.

Çağı değerlendirmek ve çağı düzenlemek, çağı bilmeyi gerektirir. Çağı bilmek; çağın ön­cesini tanımayı, çağ ile çağın öncesi arasında doğru bir irtibat kurmayı gerektirir.

Müfredat, talebeye çağı ve çağın öncesini öğretmeli, zamanın iki kesiti arasındaki bağı ona kavratmalıdır. Lâkin bu asla yeterli değil­dir. Orada duran bir müfredat, ancak başka­larına tabi bir insan tipi yetiştirir. Hâlbuki Son Nebi’nin Ümmeti, imam ümmettir, önder üm­mettir, önde giden ve insanlığı kendisine tabi kılan ümmettir.

O hâlde müfredat, talebeye bütün insanlı­ğın önünde yürüyerek bugünden daha üstün bir geleceği kurma beceresi kazandırmalıdır.

İmrendirme hâlinde bırakan, hayret hâlinde bırakan bir müfredat; dört dörtlük İslâmî de görünse sakat bir müfredattır; doğru yol üzere hazırlanan bir müfredat değildir.

Müfredat, “Manen ve madden bugünden daha iyi bir gelecek nasıl kurulur?” sorusunu her an talebeye sordurmalı, talebeyi bu soru­nun cevabı konusunda azami ölçüde kışkırt­malı ve azami bir mükemmellikte onu o soru­nun cevabına sevk etmelidir.

Müfredat, duruşu sağlam bir insanı değil, yürüyüşü sağlam bir insanı yetiştirmeye yöne­lik olmalıdır.

Mü’minin hâli, kıyam-rükû, secde hâlidir. Bu insanın yürüyüşünün özeti gibidir; insanın kıyamı doğru bir rükû ile doğru bir secdeye taşımalıdır. O da Rabbine kulluktur.

Kıyamı öğretmeyen bir müfredat, secdeye götüremez.

Mü’minin kıyamı, bir isyan değildir; mü’minin kıyamı, secdenin yolunun başlangı­cıdır. Secdeye götürmeyen bir kıyam, kıyam değil, isyandır. Mü’min, isyan için kıyam et­mez, yüceler yücesine hakkıyla itaat için kıyam eder.

Bir hususu ifade etmeden geçmek hata olur: Müfredatın muhatabı, talebe değil, mu­allimdir. Talebe, müfredatın kendisiyle değil, tatbikatıyla muhatap olur.

O hâlde hakka götürecek bir müfredatı hakkıyla kavrayacak olan muallimdir. Hakka götüren bir müfredatı hakkıyla kavramamış bir muallim, hakka giden bir talebe yetiştiremez. Öyleyse müfredat, muallimi hakkıyla yetiştiren bir başlangıca, bir önceye sahip olmalıdır. Mu­allimin kendisi doğru bir müfredatla yetişirse, doğru bir müfredatı tatbik edebilir.

Günümüzde pek çok eğitim kurumunda kıymetli programlar oluşturulsa da muallim, ona uygun yetiştirilmediğinden o programlar hep kusurlu kalmıştır.

Bunun için, bugün müfredat hazırlamaya önce muallim yetiştirme programlarıyla başla­mak icap etmektedir.

İSYANIN MÜFREDATLARI

Modern zamanın müfredatları, ifade ettiği­miz esaslara tam zıt yönde hazırlanmış müfre­datlardır.

“Çağdaş müfredatlar” da denen bu müf­redatlar, Allah’a isyanla başlar ve kula kullukla, kula secde ile biter.

20 Eylül 2022

Doğru bir müfredatta Allah için kıyamla başlayan yolculuğun Allah için secdeye götür­mesi esastır.

Çağdaş müfredatlar; ise hâşâ Allah’a karşı kıyamın kullar için itaate götürmesi esası üze­rine hazırlanmıştır.

Doğru bir müfredatta, Allah için kıyamınız ne kadar sağlam olursa secdedeki ihlasınız da o ölçüde sağlam olur.

Çağdaş müfredatlarda ise Allah’a karşı is­yanınız ne kadar uç olursa kullara kulluğunuz o ölçüde sıkı olur esası gözetilmiştir.

Bunun için çağdaş müfredat, imkânlar el verdiği ölçüde Allah’a karşı isyan ettirmeye, ona karşı kullara kul etmeye sevk eder. Bunu başardığı ölçüde kendisini başarılı bulur. Bun­da başarısız olduğu ölçüde kendisini başarısız bulur.

Bu, isyan-itaat ikilemi, çağdaş müfredatla­rın bugüne kadar sadece belli mahzenlerde konuşulmuş en esaslı ilkesidir.

Elbette, tamamı elde edilemeyenin bir kıs­mı reddedilmez. Ama söz konusu müfredatla­rın bu temel ilkesi sorgulanmadan ve değişti­rilmeden söz konusu müfredatlarda yapılacak ıslahatlar hiçbir şekilde kâmil insanın yetişme­sini sağlayamaz.

Çağdaş müfredatlarda o ilkenin zıddına ve haktan yana yapılan düzenlemeler, yıkılmak üzere olan bir binanın mimarisini güzelleştir­meye çalışmaya, tahtaları çürüyen bir geminin deliklerini kapatmaya benzer.

Çağdaş müfredatlar, başarıyla uygulandık­ça insanı, hakikatine yabancılaştırır; onu dün­yada ihtiyaca göre sağlam bir personel, işlek bir makine olarak dizayn eder, ihtiyaç dışında ise eğlence, sorun ve bunalımları ile yüz üstü bırakır.

MİRAS MÜFREDATLAR

Çağdaş müfredatlara karşı elimizde tam anlamıyla geçmişten miras kalan müfredat teşbihi programlara gelince, onlar için bugün nasıl bir adlandırma yapacağımız konusunda bile tereddütte kalmaktayız.

Her şeyden önce müfredatlar yazılıdır. Oysa eldeki bu programlar, yazılı değildir. Kimi aktarışlar, kemale doğrudur, özünü güç­lendirir; kimileri ise aktarıldıkça özünden bir şeyler kaybeder.

Elimizdeki müfredat teşbihi programlar, nesilden nesle aktarılırken aşınmıştır; her akta­rış, onlardan bir şeyler kaybettirmiştir. Nitekim onları tatbik edenler de sürekli geçmişe özlem duyarlar ve uzak geçmişleri daha muazzam kabul edip ellerindekini en kusurlu olarak tarif ederler.

Bu programların en önemli kusuru talebeyi, çağla tanıştırıp gelecek çağlar için hazırlama Müslümanca ileri bakışından uzak olmalardır. Bu müfredatlar, talebeyle çağ arasına perde koydukça kendisini başarılı sayan bir zihniyetin ürünüdürler. Özleri itibariyle talebeyi İslam’la ilgili birtakım tabiri caizse arşiv bilgilerine gö­türen malumatlardan ibarettirler. İçlerine ka­panık ve çağın gerçekliğine yabancıdırlar.

Çağdaş müfredatlar, insanı kendi gerçekli­ğine yabancılaştırırken miras müfredatlarımız da ne yazık ki insanı dünyaya yabancılaştırır.

O hâlde çağdaş müfredatlara karşı çözüm, miras müfredatlar değildir.

Evlatlarımızı, çağdaş müfredatlara tabi tutulmadan önce o müfredatların amaçları hakkında mutlaka bilgilendirmeli ve şuurlan­dırmalıyız. Bunun için her çocuk ve genç, o müfredatlara tabi tutulmadan o müfredatla­rın amaçları hakkında doğru bilgilendirilmeli ve onlara mesafeli yaklaşması sağlanmalıdır. Buna karşı evlatlarımız için hakka götü­ren müfredatlar hazırlama yönünde bütün imkânlarımızı kullanmalı ve yarınlarımızı bu­günlerimizden daha hakka yakın kılacak müf­redatlar oluşturabilmeliyiz.